Bosna-Hersek’in Ankara Büyükelçisi Bakir Sadovic, “Savaşın çok ağır bedelleri var. Biz cehennemi yaşadık ve tekrar oraya dönmek istemiyoruz. Toplumlarımızı barıştırmak istiyoruz ve devletimizi daha fonksiyonel hale getirmek istiyoruz.” dedi.
Sadovic, “Büyükelçiler Konuşuyor” etkinliğinin ilki kapsamında İstanbul Ticaret Üniversitesi Sütlüce Kampüsü’nde yaptığı konuşmada, Türkiye’nin her zaman Bosna-Hersek’in yanında olduğunu hatırlatarak, “Savaş dönemi Turgut Özal, Süleyman Demirel, Hikmet Çetin ve Tansu Çiller’i tanıyordum. Recep Tayyip Erdoğan o zaman İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı idi. Kendisi ile Saraybosna’da bir kaç defa görüşmüştüm. O zamanlar Tansu Çiller bizi Amerikalılar ile görüştürdü. O dönem Türkiye’de tüm liderler Bosna ve mücadelesini destekliyordu.” şeklinde konuştu.
Bosna’da savaşın Dayton Anlaşması ile son bulduğunu kaydeden Sadovic şunları söyledi:
“Dayton Barış Anlaşması’nın en büyük başarısı sürmekte olan bir savaşı durdurmasıdır. Anlaşma diğer taraftan çok karmaşık bir yapı ortaya çıkardı. Avrupa’da Bosna gibi örnekler yok. Belçika ile etnik çeşitlilik noktasında birbirimizle benzeşiyoruz fakat onlar savaş yaşamadılar. Batı ve Doğu komşularımız kaynaklı savaşlar yaşadık. Komşularımız halen iç işlerimize karışmak istiyorlar ve bunlarla başa çıkmamız gerekiyor.
Dayton Anlaşması büyük güçlerin desteği ile belli şartlar altında ortaya çıktı. Biz bir Avrupa devleti ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Barış her şeyden daha önemli. Politik farklılıklar elbette olacak fakat sonuç olarak barışı savunmak zorundayız. Savaşın çok ağır bedelleri var. Biz cehennemi yaşadık ve tekrar oraya dönmek istemiyoruz. Toplumlarımızı barıştırmak istiyoruz ve devletimizi daha fonksiyonel hale getirmek istiyoruz. Barış ile geçen her gün yaşayan bir umuttur.”
Sadovic, diaspora çalışmalarının önemini vurgulayarak, “500 yıla yakın Osmanlı İmparatorluğu ile yaşadık. Fakat bölgemizde Osmanlı İmparatorluğu güç kaybettikten sonra Boşnaklar Türkiye’ye göç ettiler. Özellikle Bursa ve çevresine yerleştiler. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Türkiye ve Yugoslavya’nın çok fazla ilişkisi yoktu. Diaspora imkanı çok fazla olmadı. Bosna’da kurduğumuz yapılar ile Türkiye ile ilişkilerimizi iyileştirmek için çalışmalar sürdürüyoruz.” ifadelerini kullandı
Aliya’nın ailesinden biri olduğunu hatırlatan Sadovic sözlerini şöyle sürdürdü:
“Gençken Aliya’yı bayramlarda veya doğum günü partilerinde görüyordum. Bizimle okuduğumuz kitaplar ve izlediğimiz filmler hakkında muhabbet ederdi. Bizden yaşlı olmasına rağmen bizim dünyamızla ilgileniyordu. Herman Hesse’yi ve Dostoyevski’nin Suç ve Ceza kitabını bizimle tartışıyordu. Suç ve Ceza insanlığın yazdığı en iyi kitabı olduğunu söylerdi. Dostoyevski’nin bu eserinin Kant ile ilişkili olduğunu düşünürdü. Kendisine 93-94 kuşatmasında ‘amca nasıl bu durumdan çıkarız?’ dedim. Bana şunu söyledi: ‘Yarın uyanacağız ve düşman hatlarından silahları kaçırmayı çalışacağız, hastanelerimize jeneratör bulmaya çalışacağız, gıda üreteceğiz. Ondan sonraki gün yine bunları yapacağız. Sonraki gün yine aynı şeyleri yapacağız. Ve Allah’ın bize yardımını yollamasını bekleyeceğiz. Üzerimize düşeni yaparsak Allah yardım edecektir. Umutsuz olursak bu savaşı kazanamayız.’ Aliya İzzetbegovic’in en önemli özelliği mücadele ve umut insanı olmasıydı.”
Savaşın insanın hayatını değiştirdiğini aktaran Sadovic, “Benim hayalim Pakistanlı bir bilim adamı olan Muhammed Abdulselam’ın Fizik-Matematik alanında asistanı olmaktı. Fakat savaştan dolayı politika ile uğraşmak zorunda kaldım. Ben diplomatlığa başladığımda biz savaş halindeydik. Ülkem için elimden gelenin en iyisini yapmalıydım. Hayatımı bu davaya adadım.” dedi.