Per. Kas 21st, 2024

Yeni Şafak Yazarı Müfit Yüksel’in Kaleme Aldığı Bosna-Hersek ve Balkanlar-2

II. Viyana kuşatması akabindeki bozgun, Karlofça anlaşması ile başlayan ve Pasarofça ile süren toprak kaybı, Macaristan’ın/Budin vilâyetinin elden çıkması, Belgrad’ın birkaç kez el değiştirmesi, Toska Arnavutlarının Mora yarımadasından çıkarılması ve ardından patlak veren isyanlar 19. Yüzyılın ilk yarısına kadarki sürece damgasını vurur. Osmanlı’da peş peşe gelen yenilgiler ve Balkanlar’daki/Rumeli’deki toprak kayıpları Ordu’nun ıslahı meselesini iyice gün yüzüne çıkarır. Buna matuf olarak oluşturulan Nizâm-ı Cedid ordusu denemesinin, Yeniçerilerin engellemesi ile akamete uğraması ve ardından 1826’da Yeniçeriliğin çok kanlı bir biçimde tasfiyesi , Asâkir-i Mansure-i Muhammediye nâmı ile yeni ordunun teşkili ile neticelenir. Ancak bu yeni durum, yenilgi ve toprak kaybını önleyemediği gibi, çok daha vahim sonuçların ortaya çıkmasına yol açar. 1826’da ordusunu kanlı bir şekilde ortadan kaldıran Osmanlı devleti’nin 1243-44/1828-29’da Rusya ile savaşa tutuşması felaketler zincirini artırdı. Yanya Valisi Tepedelenli Ali Paşa hadisesi, İşkodralı Mustafa Paşa ayaklanması, Mora isyanlarının bastırılamaması dolayısıyle bağımsız Yunan devletinin ortaya çıkışı, Mısır’da Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın ayaklanması, Sırbistan ve Belgrad’ta Kara Yorgi öncülüğündeki Sırpların, Gradacac’lı Hüseyin Kaptan’ın desteği ile ön alıp, Sırbistan’a muhtariyet verilip, Belgrad”ın kaybedilmesi tüm bu olaylar kısa bir zaman diliminde cereyan eder. ( Bu konuda bakınız, Reşid Belgradi, Tarih-i Vak’a-i Hayretnüma-i Belgrad Ve Sırbistan, 1291, İstanbul.) Esasen 19. Yüzyıl, Osmanlı’nın Balkanları/Rumeli’yi peyderpey kaybetme, inkıraz ve çözülme macerasıdır.

1930’lu 40’lı yıllarda oluşan Yugoslavya’nın eski federal devletlerini oluşturan ülkeler bugün bir geçiş süreci içerisinde. Sırplar, Hırvatlar, Arnavutlar, Boşnaklar, Bulgar Makedonlar, Türkler, Çerkesler, Vlahlar, Romanlar, Goranlar vs. bir çok topluluğun yaşadığı karmaşık ve zor bir coğrafya.. Bu coğrafyayı bölgeyi elde tutmak, zabt u rabt altına almak gayet güç. Osmanlı’nın asırlarca burayı bir arada idare etmiş olması gerçekten çok büyük bir başarı.

Osmanlının bölgeden çekilmesi, bölgeyi kaybetmesi hem bu bölge/Balkanlar açısından, hem de Anadolu ve Mezopotamya açısından çok büyük bir kayıp olmuştur.

Osmanlı devleti sona erip Lozan’da çizilen sınırlar üzerinde Türkiye Cumhuriyeti, Balkanların bu bölgesinde de Yugoslavya kurulunca, bölge artık sadece göçlerle anıldı. Türkiye’ye en son 1989”da Bulgaristan”dan vaki olan toplu göçe kadar süregelen göçler dışında bir uzun süre bölgeyle elle tutulur bir ilgi/bağ kurulamadı. Oraları, Meriç’in ötesi statükocu/Misâk-ı Millici-resmi ideolojinin dayatmasıyla çok uzak ve yabancı ülkeler gibi algılandı. 1990’a kadar süren Komünizm etkisi Balkanları Arnavutluk ve Yugoslavya, Bulgaristan başta olmak üzere, daha da kapalı ve ulaşılamaz hale getirmişti.

1990’larda ise, bölgeye Yugoslavya’nın dağılması, savaşlar ve katliamlar damgasını vurdu. Bu dönem Boşnak ve Arnavut Müslümanlar için savaş ve katliamlarla dolu bir trajedinin yaşandığı bir acı tecrübe oldu. Tam da bu dönemde Tek-Parti dönemi statükoculuğu ile gözleri/vizyonu Meriç’in ötesini göremeyen Türkiye, Balkanlarda hiç de iyi bir sınav veremedi. 2000”li yıllarda ise bölge ile ilgi/alaka kurma, Osmanlı”nın bakiyesi olan unsurlarla bağ kurup, geliştirme anlamında geçmişe nazaran bir hayli ilerleme sağlandıysa da hala bu son derece yetersiz düzeyde. Son dönemde, Suriye olaylarının ve Kürt sorununun geldiği son noktanın zorunlu olarak neden olduğu Türkiye-Rusya yakınlaşması ve bunun Türkiye’nin Balkanlar politikasına yansıması durumu daha da çetrefilli hale getirecektir. Türkiye en büyük Balkan/Rumeli diasporasını, 5-6 milyon civarında Arnavut nüfusu, 4,5 milyon civarında Boşnak nüfusu barındıran bir ülke olarak bölge ile ilgilenme, bölgeye açılma konusunda hala yeterli düzeyde yol alabilmiş değil. Batı Avrupa ülkeleri başta olmak üzere bir çok ülke Balkanlarda beklenenin çok üstünde aktif durumdadır. Özellikle Türkiye”de yaşayan Boşnakların büyük bölümünün, onca savaş ve katliamlara rağmen, anavatanlarına olan kronik ilgisizliklerini anlamak son derece imkansız.

Bosna-Hersek Müslümanları Kara Yorgi vak’asından beri bugüne değin bir çok travma/trajedi ve katliamlara maruz kalmasına; Avusturya-Macaristan devletinin işgali, Yugoslavya döneminde Komünizm’in ağır sekülerleştirme baskısına rağmen varlığını ve kimliğini sürdürmeye çalıştı. Camiler, Müftülükler, Medreseler ve Tekkeler başta olmak üzere dini kurumlarını koruma/sürdürme konusunda büyük çaba sarf ettiler. Halen de 90’lı yıllardaki kuşatmalar ve katliamlara rağmen bunu Merhum Alija İzzetbegovic’in dirayetli liderliğinde inatla sürdüdüler. Ancak, bugüne değin çok fazla hırpalanmış ve yorgun bir toplum haline geldikleri de gözden kaçmamaktadır. 90’lı yıllardaki kuşatma/savaşlarda, Banjaluka, Foça, Sokollu Mehmed Paşa’nın Mimar Sinan’a yaptırdığı ünlü Drina Köprüsü’nün yer aldığı Vishegrad gibi Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu şehirler ve merkezler/şehirler tümüyle kaybedildi. 1300 civarında Cami vs. Osmanlı-İslam eserleri Sırp-Hırvat saldırılarına/yıkıma maruz kaldı. Bunların büyük bir bölümü, Banja Luka’daki Fettahiye ve Praça’daki Semiz Ali Paşa Camii gibi, şimdilerde yeniden inşâ edildi. Boşnaklar savaş döneminde dahi dini vs. müesseselerini ayakta tutma konusunda azami gayret gösterdiler. Osman Ef. Redzovic adlı emekli tarih öğretmeni, 1992’deki savaş ortamında dahi azim ve gayretle Visoko Veliko Cajno’da bir medrese açmayı başarır. Bugün 82 yaşında olan Osman Ef. Redzovic’in bu medresesi, Tuzla’daki Behrambegova Medresesinin yanı sıra bugün Bosna-Hersek’te kampüsü, alt yapısı, donanımı ve öğrenci ve eğitim kalitesi ile en mükemmel medresedir.

Merhum Alija İzzetbegovic’in 30’lu, 40’lı yıllarda temelini attığı yapı yaşanan büyük travmalara rağmen Bosna-Hersek Müslümanlarının ayakta kalmasının temel dinamiğini teşkil etmektedir. Ancak, Bosna’daki Müslüman nüfusun bu direnci ilerilere/geleceğe taşıma konusunda yeterli olmadığı açık. Bosna-Hersek’te 1.800.000 civarında bir Müslüman Boşnak nüfusu bulunmakta, ancak istihdam/işsizlik sorunu had safhada olduğundan Batı ülkelerine hızlı bir göç yaşanmaktadır. Bu da en çok Hırvatlarla birlikte yaşadıkları, Mostar, Stolac ve Pocitelj gibi son derece stratejik önemi olan merkezlerde/şehirlerde yaşanmaktadır. Özellikle, Mostar’daki Müslüman göçü önlenmediği takdirde, orta vadede Mostar Müslüman nüfustan arındırılmış olacaktır. Yanı sıra, Bosna-Hersek’te ticari/ekonomik sahanın büyük oranda Hırvat sanayici/işadamlarının elinde olması durumu Boşnaklar açısından daha da vahim kılmaktadır.

Türkiye’de 4-4.5 milyon civarındaki Boşnak Diasporasının büyük bir bölümü maalesef anavatanlarına yönelik kronik bir ilgisizliği ısrarla sürdürmektedirler. Türkiye’de Travnik, Prusac, Bihaç, Banja Luka, Maglaj, Sokolaj, Foça, Vişegrad, Gornji Vakuf, Pocitelj vs. kökenliler bu kronik ilgisizlikte başı çekmektedirler. Buna karşın, Sancak kökenliler, bugün Sancak bölgesi Sırbistan ve Karadağ sınırları içinde bölünmüş durumda olmasına karşın, Bosna-Hersek’le, savaş döneminde dahil, çok daha fazla ilgili oldular/olmaktalar.

Kaynak : www.yenisafak.com

Related Post

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir