Per. Kas 7th, 2024

SENAD SMAJLOVİÇ

Bir kaşık suda fırtınaların koptuğu bir coğrafyanın en nadide parçası olan Bosna-Hersek’in kanla yazılmış yakın tarihini ve bu tarihin günümüz Müslümanlarına etkisini Smajlovic ailesinden Senad anlattı.

1945 yılında Josip Broz Tito, komünist rejimle sosyalist Yugoslavya’yı kurarak altı cumhuriyete dayalı bir federasyon oluşturmuş ve bu yolla millî duyguları baskılamaya çalışmıştı: Hırvatistan, Karadağ, Sırbistan, Slovenya, Bosna-Hersek ve Makedonya. Sırbistan’da yalnızca Kosova ve Voyvodina bölgelerine özerklik verilmişti. Komünist yönetim döneminde Batı ülkeleriyle iyi ilişkiler kurulmuş ve para akışı sağlanmıştı; fakat artan borç yükü ve kalkınmadaki dengesizliklerin de etkisiyle etnik kökenli bazı sıkıntılar baş göstermeye başlamıştı. Gerilim sürekli artıyordu; 1980 yılında Tito’nun ölümüyle federasyonun dağılacağı düşünülmüştü fakat on yıl daha devam etti. Federasyonun devam etmesi demek, halkın etnik kimliği, kültürü ve dini üzerindeki baskıların da devam etmesi demekti. Nitekim Yugoslavya döneminde Bosna’da yaşayan Müslümanlar arasında kimliğinden ve dininden kopan çok sayıda aile olmuştur.

Senad söze şöyle başlıyor: “Yugoslavya döneminde de çok Müslüman vardı. Ama o dönemden sonra Müslümanların yalnızca isimleri kaldı. O dönemde Müslümanlar korktukları için Müslümanlıklarını gizlemişler. İnsanlar camiye gidememiş; çünkü gittiklerinde Tito’nun partisine şikayet edilmişler.” Senad’ın anlattığına göre bu şikayetlerden sonra camiye giden ailenin başına çeşitli belalar açılıyormuş. Camiye gittikleri ya da dindar oldukları için birçok Müslüman aile işsiz, evsiz, sonunda da topraksız kalmış. Öyle ki Müslümanlar, evde ibadet ettikleri anlaşılmasın diye türlü yollara başvuruyormuş: Perdeler tamamen kapatıldığı hâlde evdeki mumlar da söndürülüyormuş. Böylece Müslümanlar her geçen gün daha da artan baskılar sonucunda pratik hayatlarında dinlerinden uzaklaşmaya başlamışlar. “Bizde din cemaatle yaşanırdı; camiye gitmeyen kişi zamanla evde de namazlarını kılmamaya başladı.” diyor Senad. Ninesi, vefat etmeden önce Senad’a bu manada bir endişesini şöyle dile getirmiş: “Ben ölürsem bu evde din de ölecek.” Senad, “Aynen ninemin dediği gibi oldu.” diyor: “Ninemin duası bizi savaşta kurtarmıştı, ama şimdi o yok ve biz hep daha kötüye gidiyoruz.”

İnsanlar geçmişi hatırlamak ya da benliklerinde saklı duran kimliklerinin farkına varmak için bazen itici bir güce ihtiyaç duyarlar. Bu güç, bir fotoğraf karesi, bir hatıra ya da bir an olabilir. Senad da başından geçen bir anısını şöyle anlatıyor: “Ninemin vefatından sonra dedem evlenmeye karar vermişti. Nineme ait eşyaları toplayıp çöpe atacakken en azından bir kısmını kurtarayım diye peşinden koştum. Tam o sırada, dedem çöpün başındayken elinden ninemin başörtüsü düştü. Hemen elime aldım, baktım bir kitaba sarılı. Kitap Kur’an’dı. Almam gereken mesaj çok açıktı. Ninemin sıklıkla tekrarladığı sözü hatırladım: ‘Oku, öğren, yaz.’”

1400’lü yıllarda Osmanlı’nın Bosna’yı fethinin bir sonucu olarak bölge nüfusu İslamlaşmaya başladı. Bosna’da yaşanan İslam kültürü özellikle şehirli bir karaktere sahipti. Bosna’nın yerel bir şekilde değil de, şehirli bir yapıda İslamlaşması sayesinde Doğu kültürünün bazı karakteristik unsurları yalnızca Müslümanlar arasında değil, Hristiyanlar arasında da hayatta kalabilmiştir. Bölgede hâkim olan İslam kültürünün en belirgin izleri, mimarlık ve şehir planlamasında kendini göstermektedir. Bosna-Hersek’te, günümüzde Sırpların yönetiminde olan birçok şehir bile Osmanlı şehircilik anlayışıyla şekillenmiştir. Ayrıca İslam kültürü üzerinden Türkçe, Arapça ve Farsça kökenli çok sayıda kelime ve deyim daha çok Bosna-Hersek topraklarında kullanılsa da, Sırpça’da da bu kelime ve deyimler milliyetçi akımların yıkıcı izlerine rağmen hâlâ duyulmaktadır. Bugün sevda şiirlerinin seslendirildiği ve kökeni Osmanlı’ya kadar uzanan sevdalinkalar, Bosna Hersek, Sırbistan ve Macaristan’da büyük kültürel öneme sahiptir.

Bosna-Hersek Müslümanlarının birlik ve beraberliklerini pekiştirmelerinde akraba ilişkileri ve cami ziyaretleri haricinde günümüzde hâlâ aktif olan tekkelerin de önemli bir payı var. Turistlerce çokça bilinen Blagaj Tekkesi’nden çok daha önemli ve aktif olan tekkeler, Saraybosna’nın dik yamaçlarındaki sokak aralarında her dem yeniden keşfedilerek bilhassa dinî geceler ve bayramlarda ziyaretçi akınına uğruyor. Dinî ritüellerde hâlâ Osmanlı geleneklerinin uygulandığı Bosna-Hersek’teki tekkelerde Boşnakların dinî hassasiyetlerinin yanı sıra gelişmiş estetik duyguları da göze çarpıyor.

Halkın birbirine kenetlendiği olaylardan biri de beş yüz yıllık bir geçmişe sahip Ayvaz Dede Şenlikleri. Anlatılanlara göre Ayvaz Dede, Manisa-Akhisar’dan Bogomillerin, yani eski Bosnalıların yaşadığı bir dağı kendine mesken tutar. Değirmencilikle uğraşan Ayvaz Dede, kısa zamanda Boşnakların sevgisini kazanır. Yaşanan uzun bir kuraklık dönemi sonunda Boşnaklar, Ayvaz Dede’den yardım dilerler ve Ayvaz Dede kırk gün kırk gece kendini ibadete verip dua eder. Sonunda mesken tutulan devasa kaya ikiye yarılır ve Boşnaklar suya kavuşur. Boşnakların, bir rivayete göre bu mucize sonrasında Müslüman olduğu kabul edilir. Mesken tutulan bölgenin Boşnakça adının Prusac olmasına rağmen bölge, Müslüman Boşnaklarca Akhisar olarak bilinmektedir. Bu şenliklerde toplanan halk, yalnızca bir efsaneyi değil, daha ziyade İslam’a kavuşmalarını kutlar.

Tito’nun İkinci Dünya Savaşından sonra kurduğu Yugoslav Devleti, bünyesinde üç farklı dine mensup halkları barındırıyordu; Ortodoksluk, Katoliklik ve İslam. Bu üç unsuru bir arada tutan diktatör Tito ölünce, birlik daha fazla ayakta kalamadı. İlk olarak Slovenya ve Hırvatistan bağımsızlıklarını ilan etti ve birlik böylece çözülmeye başladı.

Tarihinin son dilimi kanla yazılmış bir ülke Bosna-Hersek. 25 Aralık 1991 yılında Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov’un istifa etmesiyle birlik dağılmış, ardından da Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla Batı dünyasının Balkanlar üzerindeki çalışmaları hızlanmıştı. Vatikan, Almanya ve Avusturya’nın ilk olarak Hırvatistan’ı Yugoslavya’dan ayrılmaya teşvik etmesinden sonra Bosna da birlikten ayrılma isteğini gündeme getirmişti. Bosnalı Hırvatlar ve Bosnalı Müslümanların düzenlemiş olduğu bir referandum sonrasında neredeyse yüzde yüzlük bir sonuçla (%99,7) Yugoslavya’dan bağımsızlık ilan edildi. Bağımsızlık sonrasında araya ekilen milliyetçilik tohumlarından dolayı Bosna-Hersek toprakları içinde yaşayan Sırp, Hırvat ve Boşnaklar da birbirleri arasında mücadeleye girdi ve 1 Mart 1991 tarihinde, üç yıl sürecek kanlı Bosna Savaşı başlamış oldu.

Bosna-Hersek üzerinde ciddi bir etki kuran Sırbistan, o dönemlerde başkent Srebrenitsa’da etnik bir soykırım uygulayarak Bosna-Hersek kökenli 8.300 kişiyi öldürdü. Öldürülenlerin çoğu Müslüman Boşnaklardan oluşuyordu. 11 Temmuz 1995 günü gerçekleştirilen katliamda cesetlerin parçalanarak gömüldüğü toplu mezar sayısının yetmişe yakın olduğu söylenir. Her yıl, bu katliamda kurban edilmiş kişiler anısına tören düzenlenir ve sadece Bosna-Hersek’ten değil, diğer Müslüman coğrafyalardan da onbinlerce insan bu törene iştirak eder. Bu anma törenleri Boşnaklar arasındaki birlik ve beraberliğin artması hususunda önemli bir yere sahiptir. Bu feci katliam için şöyle denir: “Boşnakların Srebrenitsa’da gördüklerini kimse görmedi. Kimse Srebrenitsa’da Boşnaklar gibi ölmedi.”

Bosna-Hersek’te yaşayan neredeyse her ailenin savaşta bir kaybı var. Talihi yaver gidenlerin ise anıları ve dolayısıyla üzüntüleri her dem taze. Senad, o günleri şöyle anlatıyor: “Savaşla ilgili anlatılacak kitap dolusu şey var aslında. Mesela babam Lukavica bölgesinde Sırplara karşı savaşmak için cepheye gidiyordu. Savaş boyunca babamı ayda sadece iki kere görüyordum. Ninem, babam cepheye gidiyor diye üzülüyordu tabii ama bir yandan da çok gururlanıyordu. Türlü hazırlıklar yapıp çantasına koyuyordu.” Cepheye giden askerlerin yüklüğünde tütün ve kahvenin eksik olmadığını anlatıyor Senad. Meşhur Boşnak deyimi olan “Tütünsüz kahve öksüzdür.” sözünden de bu durum anlaşılıyor.

Zaten farklı bölgelere dağılmış olan Boşnak halkı, savaştan sonra iyice dağılmaya başlamış. İş imkânlarını farklı yerlerde değerlendiren yaklaşık 2 milyon Boşnak’ın başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere Kanada, Almanya, Avusturya, Avustralya ve Türkiye gibi ülkelerde yaşadığı biliniyor. Boşnak diasporası 19. yüzyılın sonlarında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun baskılarından ötürü farklı ülkelerde oluşmaya başlamış. Birinci ve İkinci Dünya savaşlarında da göç veren Bosna-Hersek’in doğal olarak en çok göç verdiği dönem Bosna savaşı sonrasında olmuş. Senad, Bosna-Hersek’ten ayrılmamış ama zaman zaman ailesinden ayrı Bosna-Hersek’te başka şehirlerde yaşamış. “Üniversiteyi bitirdikten sonra Tuzla’da uzun süre kalamadım. Mostar’da Türkçe öğretmeni olarak bir iş buldum. Ben Mostar’da, eşim ve çocuğum Tuzla’da, babam Slovenya’da, annem Skahovica’da, kardeşim ise Saraybosna’da yaşıyordu. Bu durum neyse ki dört ay sürdü.” diye anlatıyor. “Gerçi” diyor, “Boşnaklar ayrılığa, gurbete alışkın bir millettir.”

Etnik bir anlama sahip olmasa da bu coğrafyada Müslüman olanlara çok yakın bir tarihe kadar Türk denildiğinden bahsediyor Senad. Boşnakların, aynı dili konuştukları Sırp veya Hırvatlara göre kendilerini Türklere daha yakın hissettiklerini de ekliyor. “Boşnak” kelimesinin din kökenli bir kullanımı yokken savaş sonrasında 1995 yılında yapılan Dayton Antlaşmasıyla, Bosnalılar için kullanılan Boşnak kelimesi artık din merkezli bir kelime hâline gelmiş. 1991’den sonra ilk defa 2013 yılında yapılan nüfus sayımında halkın kendini “Boşnak” olarak tanımlaması da büyük etkiye sahip olmuş. Zira yapılan düzenlemelere göre genel nüfusta yüzde 51’lik paya, yani çoğunluğa sahip etnik grup, şehrin idari sahnesinde daha fazla söz sahibi oluyor. Mecliste de benzer bir durum söz konusu: Müslüman bölgesinde meclisin yüzde 80’ini Boşnaklar oluştururken Sırp bölgesinde yüzde 80’lik kısım Sırplardan oluşuyor.
Mehmet Akif Ersoy, İstiklâl Marşını kaleme aldıktan sonra “Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın.” diye dua eder. Senad’a göre Boşnakların duası ise dünyanın gözü önünde yürekleri bugün de yakmaya devam eden katliamların bir daha yaşanmaması yönünde.

Kaynak : http://www.perspektif.eu/2014/09/01/dualarla-ayakta-duran-ulke-bosna-hersek/

Related Post

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir