Per. Kas 21st, 2024

Bosna Savaşı’nın tanıklarıyla bir araya gelen çocuk psikiyatrı Lynne Jones, yıkımın psikolojik boyutunu gözler önüne seriyor. Üç farklı dönemde 40 Müslüman ve Sırp çocukla buluşan ve onların hissettiklerini ‘Ve Sonra Ateş Etmeye Başladılar’ kitabında anlatan Jones “Bir tanesi bile yıkılmamıştı. En çarpıcı olanı, ne zaman bir sıkıntıyla baş etmek zorunda kalsalar bunu cesaret ve olgunlukla yapmalarıydı” diyor.
MELEK GEDİK / İSTANBUL

Dokuz yaşındayken komşularınızın ve okul arkadaşlarınızın zorla evlerinden atıldığını ve şehrin yarısının küle döndüğü gördüğünüzde ne olur? Bu size ne hissettirir ve o komşular döndüğünde ne hissedersiniz? Ya babanız veya erkek kardeşiniz cephede öldürülürse? Bunu nasıl anlamlandırırsınız ve kimi sorumlu tutarsınız? Aylarca en güvenli yerin bodrum kat olduğu bir şehirde kapana kısıldığınızda ne olur? Kendi evinizde komşularınız tarafından hapsedilmek nasıl bir duygu? Gıda paketleri yüzünden kavga etmek ya da kar yağarken dağları yürüyerek aşmak neye benzer?” İşte tüm bu can alıcı sorulara yanıt arayan çocuk psikiyatrı Lynne Jones, Bosna Savaşı’nın tanıklarıyla bir araya geldi. Hem Müslüman hem Sırp 40 çocukla üç farklı dönemde buluşan Jones, gözlemlerini, tespitlerini ve yüz yüze gerçekleştiği söyleşilerini Hep Kitap’tan çıkan ‘Ve Sonra Ateş Etmeye Başladılar’da topladı.

1996-1998 arası ile 2002 ve 2012 yıllarında Bosna ve Hersek’i ziyaret eden Jones çalışmasını şu sözlerle anlatıyor: “Gorajde ve Foça şehrindeki genç yetişkinlerin bize öğreteceği çok şey var. Balkan çatışmasından hiçbir şekilde sorumlu olmamalarına rağmen etkilerinin acısını onlar çekti: Mahrumiyet ve yerinden edilme, şiddetle yaşama ve şiddete tanık olma, boşa giden çocuklukları, arkadaşlarının ve akrabalarının ölümü ve ortak toplumlarının tamamen yok olması. Hikayeleri savaş, kimlik, adalet ve insanların travmatik olaylara tepkisi hakkındaki basmakalıp fikirlerimizle yüzleşiyor. Örneğin Bosnalı gençler, Müslüman olmanın monolitik ve olumsuz imajıyla bunun yarattığı önyargılarla mücadele ediyor. Soykırım ve yıkımın gölgesinde büyümelerine rağmen, yaşama gücünü ve cesaretini korumanın mümkün olduğunu gösteriyorlar.”

Dört bölümden oluşan çalışmada, Bosna Savaşı’nın bugüne kadar bilinmeyen ya da ‘görmezden gelinen’ noktaları ele alınıyor. Müslüman ve Sırp çocuklarının hissettiklerini çarpıcı bir üslubla aktaran Jones, küçüklerin dünyasına ışık tutuyor: “Tüm öğretmenler savaşa gittiği için okul yoktu ama Dusan boş vaktin keyfini çıkaramıyordu, çünkü annesi patlamamış bombalardan ve etraftaki sarhoşlardan endişelendiği için bahçeden çıkmasına izin vermiyordu. Abisinin izinde eve gelmesine çocuk mutlu olmuştu. Abisi ona kendini savunabilmek için nasıl silah kullanılacağını öğreniyordu.”

Sadece Dusan değil neredeyse tüm Bosnalı çocuklar, dört yıl süren savaşta silahlarla tanışmıştı. Dünyanın gözü önünde büyük katliamlara sahne olan bu savaş, 1995’te imzalanan Dayton Anlaşması ile sona erdi. Anlaşmaya göre, Bosna ve Hersek üniter devlet olarak kalmış ve devlet ikiye bölünmüştü: Sırp Cumhuriyeti ve Bosna-Hersek Federasyonu. Ayrıca, tüm mültecilerin evlerine dönmesine izin verildiği ve savaş suçlarından sorumlu olanların tutuklanıp yargılanacağı belirtilmişti. Savaş bittikten sonra çocuklarla görüşmeye başlayan Jones, Narcisa’nın hissettiklerini şöyle anlatıyor: “Bir yanı unutmak istemiyordu. Son dört yılda çekilen onlarca acıyı hatırlamanın önemli olduğunu düşünüyordu. Savaş, neyin ne olduğunu anlamalarına yardım etmişti. Bir zamanlar dost gibi görünen insanların gerçek yüzlerini görmüşlerdi. Toplu mezarlardan ders çıkarmışlardı.”

Savaştan sonra vatan, etnik kimlik ve dini inanış kavramlarında değişimler olduğunu vurgulayan Jones, çocukların tekrar birlikte yaşamaya dair fikirlerini de öğrendi. Kitapta 14 yaşında bir kız “Savaş, benim ve Bosna’daki herkesin başına gelebilecek en kötü deneyim. Bazı insanların sadece tek bir halkın yaşadığı ve bu yüzden diğer halkların çile çekmek zorunda kaldığı bir ülke istediğini duydum” diyor. 15 yaşındaki başka bir çocuk ise “Bosna-Hersek’in savaştan önceki haline döneceğini ve bunu hak eden insanların, ülkeyi mahvedenler ve katledenler olmadan burada yaşayacağını düşünüyorum” ifadelerini kullanıyor.

Savaşın çocuk dünyasındaki yıkımını adım adım ölçmeye çalışan Jones, kitabın sonların doğru, savaşın psikososyal sonuçlarını da ele alıyor. Batan feribottan kurtulan bir çocukla bombardımandan sağ çıkmayı başaran bir çocuğun ‘anlamdırma’sının farklı olacağını savunan Jones şu tespitlerde bulunuyor: “Travmatik olaylara maruz kalan yetişkinlerin ve çocukların çoğu akıl hastası olmuyordu. Savaşta aile en önemli faktör: Size önem veren ve sorunlarla başa çıkabilen ebeveynlere sahipseniz kendinizi daha güvende hissedersiniz. Ortak değerlere sahip olan ve hem desteklendiğini hisseden hem de destek verebilen toplumlar, daha fazla acı çekse bile durumunu düzeltebilir.”

Üç farklı dönemde, savaşın çocuklarıyla buluşan Jones kitabının son bölümde ise şu umut verici satırları yazmış: “Bu gençlerin başından geçen onca şeyi dinlerken, hayatın savaşa karşı zafer kazandığı belliydi. Son 10 yılda başlarından geçen bütün zorluklarla neşe içinde mücadele etme kapasiteleri, beni hem çok şaşırtmış hem çok etkilemişti. Ekonomik çöküşe karşı daha sıkı çalışarak, fazladan veya tehlikeli işlere girerek yanıt vermişlerdi. Kendi aralarında işsizlik, beklentilerinin boşa çıkması, yaralanma, ciddi hastalık ve yakınlarının ölümü gibi şeylerle yüzleşmişlerdi. Bir tanesi bile yıkılmamıştı. En çarpıcı olanı, ne zaman sıkıntılarla baş etmek zorunda kalsalar bunu cesaret ve olgunlukla yapmalarıydı. Hepsi kendi geleceklerine iyimser bakıyordu.”

SIRPLARLA YAŞAMA FİKRİNDEN ENDİŞE DUYMUYORLAR
Savaş; kaybetmek, ölümlere şahit olmak, bombardıman altında kalmak demekti… Lynne Jones da böyle diyor ve savaşın çocuklarının yetişkinlik dönemini şöyle aktarıyor: “Gorajde’de tekrar görüştüğüm gençlerin hepsi kendini iyi hissediyordu. İlişkileriyle (neredeyse hepsi aşıktı) ve gelecekteki kariyerleriyle ilgili sıradan endişeleri ve kaygıları vardı; şehirde neredeyse hiç bulunmayan iş imkanları bu endişelerini kuvvetlendiriyordu. Gençlerin çoğu yeniden Sırplarla yaşama fikrinde endişe duymuyordu. Hepsi siyasete ve siyasetçilere kırgındı, oy verme yaşındakilerin çoğu bunu yapmayı planlamıyordu. Oy verme niyetinde olan az sayıdaki genç ise tüm Bosnalıları hedefleyen ve milliyetçi olmayan hoşgörülü partileri istiyordu.”

Kaynak : http://www.karar.com/hayat-haberleri/savasin-yikilmayan-cocuklari-bosnayi-anlatiyor-732874#

Related Post

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir